HECE, sa.157, ss.87-95, 2010 (Hakemsiz Dergi)
Giambattista Vico’nun
kişinin kendisini bilmesinin zor olduğu yönündeki ifadesi, bir
bakıma kökenini Sokrates’te bulan “Kendini bil” çağrısını da açıklar
niteliktedir. Bu iki yaklaşımı şu şekilde netleştirebiliriz: “Kendini bil,
kendini bilmek iste, kendini bilmek için çaba harca! Bunu önemse! Çünkü bu
temel bilgidir, çünkü bu yeryüzündeki bulunuşunun ve sonlu varlığının anlamı
ile ilgilidir. Bu bilgiyi elde edemezsen kendini de elde edemezsin, bu bilgiye
kavuşamazsan kendine de kavuşamazsın. Peki, bu o kadar kolay mı dersin? Ne
gezer! Aksine zordur. Zordur, çünkü insan, kendisiyle kendi arasına, kendisini
bir bilgi nesnesi haline getirecek denli mesafe koyamaz, göz kendini göremez.” Yunus
da, “İlim ilim bilmekdür ilim kendin bilmekdür” derken, bu temel bilgiyi elde
etmenin gerekliliğine, ama aynı zamanda güçlüğüne de işaret eder.
Tıpkı bireyler
gibi, toplumların, milletlerin, kültürlerin, uygarlıkların da kendi kendilerini
tanıması zordur. Bu tanıma, ancak, sağduyunun temsilcisi olan aydın tipi tarafından
gerçekleştirilebilir. İşte Cemil Meriç, son dönem düşünce hayatımızın öne çıkan
sahih aydın tiplerinden biridir. Onun gözlem, tespit, teşhis ve önerileri, toplumsal
bilincimizin aydınlanmasında, kendine yönelmesinde, kendini anlamasında, kendini
sağaltmasında, bu konuda ortaya koyduğu çabada önemli katkılar sağlamıştır. Onun
bilinç çözümlemelerinde öne çıkan ana tema, yabancılaşmadır. Bu, temel sorunu,
uygarlık ve kültür düzeyinde ele alabiliriz. Uygarlık düzeyinde yabancılaşma,
geniş anlamda Doğu uygarlığının, özel anlamda İslam uygarlığının kendi kendine
yabancılaşmasıdır. Kültürel düzeyde yabancılaşma ise kendi toplumumuzun, kendi
tarihsel ve kültürel yapımızın kendi kendine yabancılaşması, kendinden ve kendi
eyleminden uzaklaşmasıdır. Bu sorun fark edilmeden, anlaşılmadan, bir adım bile
öteye geçmek, özgün ve yaratıcı bir çaba ortaya koymak mümkün değildir. İlk
önce yabancılaşmayı atıp aşinalığın sağlamak gerekir. Bu da, bilincin, kendisi
ile olan iletişiminin sağlanması, bu iletişimi sağlayacak kanal ve yolların
açık tutulması ile mümkündür. Bilinç, kendisi ile iletişim kurma imkânına
kavuştukça yabancılaşmayı da atlatacak ve kendi karakterine aşina hale
gelecektir. Bu noktada, kimlik tartışmaları öne çıkar. Biz kimiz, kim
olmalıyız, nereden geldik, nereye
gidiyoruz, gibi sorularının sorulması ve bir cevap verilmesi gerek bireysel,
gerekse toplumsal düzeyde kaçınılmaz hale gelir. Cemil Meriç, baştan sona hemen
her çalışmasında, gizli ve açık bu sorulardan hareket eder, doğrudan ya da
dolaylı olarak kendi uygarlık ve kültür dairemizin kendine yabancılaşmasını
konu edinir.
Anadolu’nun
çarşı ve pazarlarından, bağ ve bahçelerinden bir koku vardır Meriç’in
eserlerinde; ama bir uygarlığının entelektüel birikimini asırlık ciltleri
arasında saklayan Batı kütüphanelerinden de bir esin vardır. Cemil Meriç bir
birikimdir. Doğu’yu da Batı’yı da, hiçbir taassupkar tutum içine girmeden
hazmetmeye çalışan, bu çaba içinde bir türlü tatmin olmayan, olamayan derin bir
soru ve meraktır o. Her iki uygarlığa da aşina duruşuyla yabancılaşma kavramını
kültürel ve uygarlık düzeyinde kapsayıcı ve kavrayıcı bir bakışla ele
almaktadır. İşte bu makalede, ilk önce yabancılaşma kavramı ele alınacak; kavramın
kazandığı anlam içerimlerine değinilecek, ikinci olarak Cemil Meriç’in
eserlerinde yabancılaşma kavramının ne anlama geldiği, nasıl ortaya çıktığı, dışa
ne şekilde yansıdığı, toplumsal ve tarihsel bilincin kendine yabancılaşarak
hangi tutumları kazandığı konuları üzerinde durulacaktır.