Hece, sa.194, ss.83-96, 2013 (Hakemsiz Dergi)
Hilmi ziya Ülken, “şahsi tefekkür”ü üçe
ayırır: Edebiyat, mistisizm ve felsefe (Ülken, 2004: 7). Bu tefekkür biçimlerinin
temel özelliği, bir kişiliğin, bir benliğin ürünü olarak ortaya çıkmalardır. Onları,
bilimin ve tekniğin bakışsız, görüşsüz ve hissiz ufkundan ayıran bu şahsi boyuttur.
Onlar bize her zaman bir yazarın, bir kişinin ismiyle birlikte ulaşırlar. Bunun
anlamı, bir bakış, bir görüş açısından ulaşmaları demektir. Bir romanı, bir
şiiri, bir felsefe eserini okurken, yazarını bilmek isteriz. Eser ancak yazarı
ile tamamlanır zihnimizde. Yazarının ismi olmayan bir eser, eksiktir,
tamamlanmamıştır. Bir yer, konum ve bakış açısı boşluğu içindedir. Eserin bir
isimle birlikte ortaya çıkıyor olması demek, bir yer, konum ve bakış açısıyla
birlikte ortaya çıkıyor olması demektir. Onlar, felsefe de dâhil, yazarın,
şairin, romancının, filozofun bakış açısını yansıtırlar. Bu bakış açısından
yoksun bir eser, olgunlaşmamış, belirginleşmemiş, gelişmemiş, bir kişilik, bir
üslup hâline
gelmemiş bir eserdir.
Bu yazının başlığı “eser karşısında
sanatçının konumu” olabilirdi. Ancak böyle bir başlık bile, yazarın konumunu
belirlemeye yeterdi. Zira o “karşısında” ifadesiyle, kelimenin ikincil anlamı
üzerinden bile olsa yazıya ve yazara peşinen bir konum belirlemektedir. Ama ne
yapalım ki, makalenin tam da sormak istediği soru, yazarın eseri karşısındaki konumunun
ne olduğu sorusudur. Soruyu, aynı zamanda bir cevap olmaktan kurtarmak için, şu
açıklayıcı sorularla destekleyebiliriz: Yazar
eserinin neresindedir? İçinde mi, dışında mı? Tabii ki, şu da var: Eser bir kez
yazarın kaleminden çıktıktan sonra, yazarla arasına belli bir mesafe koyar. Hep
denildiği gibi, o, yazarı için bir evlat gibidir, ama bu yine de onları aynı
kaderin insanları yapmaz; her ikisinin de farklı bir hayatı, farklı bir kaderi
vardır. Artık eser, sadece kendisinin bakış açısından çıkmamış, başkalarının
bakış ve görüş açısına da girmiştir. Okun yaydan çıkması gibi, bir kez
yayınlandıktan sonra, kendine özgü, yazarından özerk bir hayata kavuşmuştur:
Okunabilir, irdelenebilir, eleştirilebilir… Bu yapısıyla bir nesne
konumundadır; ruhu, bakış açısı ve belirli bir kişiliği olan nesne; insanın
içine kendini, kendi yüreğini, bakış açısını, kendi dünyasını, kendi dilek ve
temennilerini kattığı bir nesne. Bu eser, bir kez yayınlandıktan sonra dışlaşmış,
zaman içinde süreklilik kazanmış, yazarından bağımsızlaşmış, farklı bir hayata
kavuşmuştur. Artık onun da kendine özgü iyi ya da kötü, şen ya da sönük, etkili
ya da etkisiz, aktif ya da pasif bir hayatı olacaktır. İşte böyle bir eserin
oluşumunda, ortaya çıkışında yazarın kendi dünyasının, öznel konumunun etkisi
nedir?