Turkish Studies, cilt.8, sa.12, ss.283-296, 2013 (Hakemli Dergi)
Sözlü gelenek (atasözü, türkü, fıkra, masal, efsane, halk hikâyesi,
destan, ağıt, vb.), en eski kültür biçimlerinden biridir. İnsan yazmadan
önce konuşan; duygu, düşünce ve deneyimlerini sözel yoldan geleceğe
aktaran bir varlıktır. Sözlü gelenek, sadece insanın ilk bilme, kavrama
ve anlama tutumunu oluşturmaz, aynı zamanda onun en etkili eğitim
tarzını da oluşturur. Bugün de sözlü geleneğin eğitime, düşünceye ve
sanata katkısı sürmektedir.
Kültür alanında çeşitli dil basamakları vardır. Sözlü gelenek
basamağı, ilk dil basamağını oluşturur. Daha sonra din basamağı, şiir
basamağı, sanat basamağı, bilim basamağı ve felsefe basamağı gelir. Bu
sınıflamaya göre sözlü gelenek ve felsefe, kültür alanının iki ucunda yer
alır. Daha uygun bir metaforla, piramidin temelini sözlü gelenek, uç
noktasını ise felsefe oluşturur. Onlar, aralarındaki pek çok farklılığa
karşın, birbirini dışlayan iki karşıt kutup değil, istenildiğinde aralarında
verimli bir ilişki kurulabilecek olan “aynı kültürel bütünlüğün”
unsurlarıdır. Felsefe kendisini bilimle, dinle, sanatla, edebiyatla, şiirle,
tarihle, iktisatla ve kültürün diğer kollarıyla besleyen bir alandır. Sözlü
gelenekte de felsefe için bir imkân vardır. Aşağıdaki makalede, sözlü
geleneği ve felsefeyi birbirinden ayıran özellikler ele alındıktan sora, bu
iki alanın hangi açıdan birbirleri için bir imkân ve potansiyel olabileceği
sorusu ele alınacaktır. Bu konuda öne çıkan başlıca önermeler
şunlardır: (1) Felsefe ve sözlü geleneğin dilleri birbirinden farklıdır. Bu
farklılığa karşın, (2) onlar aynı kültürel bütünlüğün ürünleridir. Bu
nedenle, (3) birbirlerinde karşılıkları vardır. Bu karşılıktan dolayı (4)
istenildiğinde birbirinin diline çevrilebilir niteliktedirler. (5) Ve yine bu
karşılıktan dolayı, her seviyede felsefe dersinde, doğası gereği soyut ve
anlaşılması güç olan felsefe konularının, somut ve anlaşılması kolay
sözlü gelenek öğeleri ile örneklemesi yapılabilir.