ERDEM, sa.70, ss.75-94, 2016 (Hakemli Dergi)
Felsefe, hep söylemek eylemi üzerine kendini inşa eder, söylemek eyleminde kendini gerçekleştirir. Söylemeyen, söylemeye eğilim duymayan bir felsefe düşünemeyiz bile. Susku hali, zaman zaman felsefenin
gündemine girmiştir. Bunun en ileri örnekleri Kant, Kierkegaard ve
Wittgenstein’da görülebilir. Bunlar öylesine anlamlı suskulardır ki,
adeta felsefenin temel soruları karşısında verilmiş en sahih cevaplardır.
Özellikle metafizik konular söz konusu olduğunda –ki buna ölüm de
dâhildir– felsefenin, derin susku sularına gömüldüğü görülebilir. Sorun
şudur: Susku, sözü bitirir mi yoksa yeni bir konuşma mı başlatır? Susmak, gerçekten susmak mıdır, yoksa Rilke’nin dediği gibi “yeni bir başlangıç, yeni bir işaret ve yeni bir değişim” midir? Sustuğumuz zaman,
konuşmayı bitirmiş mi oluruz, yoksa asıl konuşma o zaman mı başlar?
Eğer susku da bir konuşma tarzıysa, felsefi bir söylem biçimi olarak
ortaya çıkma durumu söz konusu olabilir. Bu bağlamda sorulabilecek
bir başka soru da şudur: Ölümün getirdiği ebedi susku, felsefi değerde
midir?