Edebiyat Dili


Creative Commons License

Taşdelen V.

Hece, Ankara, 2018

  • Yayın Türü: Kitap / Ders Kitabı
  • Basım Tarihi: 2018
  • Yayınevi: Hece
  • Basıldığı Şehir: Ankara
  • Yıldız Teknik Üniversitesi Adresli: Evet

Özet

Edebiyat Dili, daha önce yayımladığımız Felsefeden Edebiyata’nın devamı olarak görülebilir. O da yer yer felsefeden başlayıp edebiyata, edebiyattan başlayıp felsefeye gidiyor; felsefe ve edebiyat arasında damarlar, kanallar, kesişim noktaları, ortak alanlar oluşturmaya çalışıyor. Bununla birlikte bakıldığında ihtiva ettiği kuramsal yaklaşıma karşın Edebiyat Dili’inde edebiyatın daha merkezî bir konumda bulunduğu, esere makaleden çok “deneme dili”nin hâkim olduğu görülebilir.

Yirmi yılı aşkın bir süreden beri yapılan çalışmalardan oluşan Edebiyat Dili’nin en eski yazısı 1997 yılında yayımlanan “Sanatta Hakikat ve İçtenlik Sorunu” başlığını taşıyor. Kitap, bu süre içinde kendini tazeleyen bir dikkat ve ilginin ürünü olarak ortaya çıkıyor.

İçerikten kısaca söz etmem gerekirse: İlk bölümde edebiyat ve medeniyet ilişkisi, edebiyatın medeniyete medeniyetin edebiyata olan katkısı çerçevesinde ele alınıyor; konu Semseddin Sami’nin lisan-ı kesbî kavramı ile örnekleniyor. Bu şekilde edebiyat ortamının bir medeniyet, medeniyet ortamının da bir edebiyat ortamı olduğu hususu üzerinde duruluyor.

Edebiyatta insanın yeryüzündeki varoluş sorunu, tüm gerçekliği ve derinliği içinde ifade bulur. Bunun bir ifadesi olarak ve pek çok filozofun da dile getirdiği gibi politik bir varlıktır; bu onun kaçınamayacağı bir şeydir. İlk yazısı Felsefeden Edebiyata’da yayımlanan, “Edebiyat ve Politika” başlığı altında “iktidar ve edebiyat”, “dünya görüşü ve edebiyat”, “kolonyalizm ve edebiyat” konuları yer alıyor. Üçüncü bölümde “Edebiyat ve Mekân” başlığı altında “yer”i bir “varoluş yurdu” haline getiren bilinç, “mekân ve varoluş”, “mekân ve hafıza”, “mimarî ve edebiyat”, “şiir ve şehir” konuları çerçevesinde tartışılıyor ve “Mekânın Varoluşsal Boyutu” Yahya Kemal’in şiirlerinde örnekleniyor.

“Gerçeklik” kavramı, günümüzde en çok tartışılan konulardan biridir. Gerçeklik nedir, gerçeklik var mıdır, hiper gerçeklik ne anlama gelir, sanal gerçeklik ne tür bir gerçekliktir? İnsanının gerçeklikle bağıntısı zayıfladıkça söz konusu sorular çerçevesinde gerçekliği ve beraberinde hakikati daha çok düşünür ve sorgular hale gelmiştir. İşte dördüncü bölümde felsefenin ve edebiyatın temel sorunlarından biri olan “dil ve gerçeklik” bağıntısı, edebiyat dili bağlamında yeniden kurulmaya çalışılıyor. Konu, “düş ve edebiyat”, “edebiyat ve gerçeklik”, “sosyal medya ve edebiyat”, “edebiyat, hakikat ve içtenlik” kavramları çerçevesinde irdeleniyor.

“Kimlik ve edebiyat” da Edebiyat Dili’nin başlıklarından birisi. Edebiyat demek, öncelikle belirli bir dil, belirli kimlik demektir. Edebiyat eseri kaçınılmaz olarak bir kimlik, gelenek ve yaşama kültürü içinde ortaya çıkar; bu aynı zamanda onun bir tarih, kültür ve inanış örüntüsü oluşturduğu anlamına da gelir. Sorun, konuyu ilk ele alan kişilerden biri olarak Samsatlı Lukianos’un eserlerinde örnekleniyor. Edebiyatta kimlik söz konusu edilirken, aynı zamanda evrensellik sorunu da kendini hissettiriyor: Edebiyatta yerlilik nedir, evrensellik nedir? Edebiyatta evrensellik var mıdır, mümkün müdür, ne anlama gelir, gibi sorular tartışılıyor.

Edebiyat eseri, nesnel bir çalışma değildir; öncelikle insan üzerine, insanın varoluş dünyası üzerine öznel bir dildir. Onda insanın yeryüzündeki varoluşu, tüm gerçekliği ve derinliği içinde ifade bulur. Bu nedenle her edebiyat eseri, öyküden romana, şiirden denemeye psikolojik bir içerimle ortaya çıkar; zira insan anlatır, insanı anlatır, insanın yaşantılarını anlatır. Bunu duyguların ve sezgilerin dili ile yapar; içtenliğin dili ile yapar. Bu nedenle edebiyat, varoluşunun sahteleşmeye ve yabancılaşmaya uğramadan ilk elden yansıdığı alanların başında gelir. Daha geniş bir çerçevede insan ruhunun yeryüzündeki soluğu, ifadesi ve ifşasıdır. “Psikoloji ve Edebiyat” başlığını taşıyan beşinci bölümde, psikoloji ve edebiyat ilişkisinin sorgulanması yanında “hastalık ve edebiyat”, “melankoli ve edebiyat”, “edebiyat, aşk ve lirizm” konuları da yer buluyor, bu şekilde sözü edilen ilk eserdeki “Varoluş ve Edebiyat” bölümüne eklemleniyor.

Yedinci bölümü oluşturan “Söylem Dili” kitabın ilgi çekici bölümlerinden biri olarak görülebilir. O, şiir, tiyatro, öykü, mektup gibi edebî türlerden seçtiği örnekler üzerine yazılan poetik denemelerden oluşuyor. İlk makale olarak şiir, mantık ve hakikat sorunu, dil, gerçeklik ve hakikat sorunu bağlamında ilk örneklerden Aristoteles’in ve Farabî’nin görüşleri çerçevesinde karşılaştırılıyor. “Mektup ve Poetika”da Cahit Zarifoğlu’nun mektuplarındaki poetik anlayış imlikten geçiriliyor. Tiyatro eseri incelemesinde Necip Fazıl’ın insanın varoluş sorunu bağlamında “kader ve kaza sırrı”nı ele aldığı, edebiyat tarihinin en ilginç eserlerinden biri olan Bir Adan Yaratmak isimli eseri, “Bir Adam Yaratmak’nın Güçlükleri” başlığı altında eleştirel bir yaklaşımla inceleniyor. Türkçede öykü konusunda yazılmış az sayıdaki kuramsal çalışmalardan biri olan Ali Haydar Haksal’ın Öykü Ağacı’nda ortaya koyduğu poetik yaklaşım, “öykü dili” başlığı altında ele alınıyor. Bu bölümde ayrıca “susku”nun felsefî bir dil olup olamayacağı konusu, felsefe tarihi içinde belirli bir bağlam oluşturularak tartışılıyor. Bu şekilde ele alınan konu ve kavramlarla söylem dilinin belirli bir türün, söz gelimi şiirin, öykünün, romanın, tiyatronun, hatta felsefenin dili olduğu, ama bundan daha çok belirli bir kişinin, sözgelimi şairin, romancının, tiyatrocunun, öykücünün ve filozofun kendisi için ve kendi söylemini üretmek için kurduğu bir dil olduğu hususu üzerinde duruluyor. Her yazar, bir söylem dili üretir. Özgün yapı demek, özgün söylem dili demektir. Bir söylem dili oluşturamayan yazar, adını ve eserlerini geleceğe taşıyamaz, kendini temayüz ettirecek güç ve yeterlilikten yoksun kalır.  

Son olarak sekizinci bölümde, felsefe içindeki edebiyat ve edebiyat içindeki felsefeyi keşfetmeyi amaçlayan “çevrilebilirlik” kavramı, felsefe ve edebiyat arsındaki “mütekabiliyet”, “karşılıklılık”, “birbirinin diline çevrilebilirlik” konusunu işliyor. Kuşkusuz felsefe ve edebiyat kültürünün gelişmesi açısından kültürel göndermeleri ve kökleri ile “çevrilebilirlik” kavramı üzerinde daha çok durulması gerekiyor. Konu, makale içinde de dile geldiği üzere, Türkçenin, sahip olduğu sözlü ve yazılı literatürle felsefe diline evrilebilmesi açısından da önemli bir potansiyel taşımaktadır.   

Eser her biri müstakil çalışmalardan oluşsa da yazıların sıralama ve sınıflamasında kitap bütünlüğü göz ardı edilmemiştir. Bu bütünlük içinde edebiyat ve medeniyet ilişkisi ile başlayan eser “çevrilebilirlik” kavramı ile yine bir başka edebiyat ve medeniyet ilişkisi sorununda sona eriyor. Daha doğrusu sona ermiyor; zira bu akış, yeni konulara kapı aralıyor.