Felsefi Ortam Üzerine


Creative Commons License

Taşdelen V.

Türkiye\'de Felsefenin Geleneği ve Geleceği, İstanbul, Türkiye, 24 - 26 Mart 2010, ss.259-272

  • Yayın Türü: Bildiri / Tam Metin Bildiri
  • Basıldığı Şehir: İstanbul
  • Basıldığı Ülke: Türkiye
  • Sayfa Sayıları: ss.259-272
  • Yıldız Teknik Üniversitesi Adresli: Hayır

Özet

 

 

 

Edebiyatımız kendi üzerine, kendi ürünleri üzerine, kendi birikimine dünyanın birikimini de katarak düşünebiliyor, eleştirel bir yaklaşımla sorunlarını tartışabiliyor, imkân ve imkânsızlıklarını ortaya koyabiliyor. Şairlerimizin, romancılarımızın ve öykücülerimizin eserleri yabancı dillere çevriliyor, kendisine okuyucu bulabiliyor, hatta çok satanlar listesine bile girebiliyor. Pek çok ilimizde edebiyat dergileri yayınlanıyor; bunlardan bazıları yüzüncü, iki yüzüncü, üç yüzüncü, beş yüzüncü sayısına ulaşabiliyor. Yüzyıllarca geriye doğru giden bir geleneği var, kendi içinde bu bağlantıyı kurabiliyor, bu devamlılığı sağlayabiliyor. Şairler, romancılar, öykücüler, edebiyat geleneğinin bir noktasında yer almakta eserlerinin kalıcılığı açısından bir fayda görüyorlar. Böylece bu geleneğe her gün yeni değerler katılıyor, yeni halkalar ekleniyor. Eleştiri açısından bir zayıflık söz konusu olsa da edebiyat ortamı kendisini okumakta, talep etmekte, en son ürünler okuyucuları ile buluşmakta. Edebiyat eserlerine karşı, sadece akademik çevreden değil, toplumun hemen her kesiminden ilgi var. Şiiri ile, romanı ve öyküsü ile bir ortam oluşturmuş edebiyatımız. Bu ortam, kendi içindeki işleyişi ile bir olgunluk seviyesine işaret ediyor.

Peki, felsefe açısından baktığımızda durum nedir? Bir felsefi ortamımızın olduğundan söz edebilir miyiz? Edebiyat ortamımız konusunda yaptığımız değerlendirmeler felsefe ortamımız açısından da geçerli midir? Dili, kültürü, geleneği, eleştiri biçimi, okuyucu ve yayıncısı ile, felsefi ortamımız yeterli bir olgunluk çizgisine ulaşabilmiş midir? Şimdilik bu soruya olumlu bir cevap vermek zor görünmüyor. Yoksunluğu duyulan şey kendi kendini üretebilen bir felsefe geleneğinden yoksun olmamızdır. Felsefe üretimimiz, felsefe konusunda bilgi vermeyi amaçlayan, öğreticilik özelliği öne çıkan eserlerle sınırlı. Akademik bakış, kendi felsefe birikimimizi, felsefe yapma imkânımızı henüz sorgulama gereksinimi duymuyor. Felsefecilerimiz birbirlerinin çalışmalarını merak etmiyor.[1] Onlar, söylenen sözleri, felsefe yapma açsıdan değil, “doğru bilgi - yanlış bilgi” açısından değerlendirme eğilimi gösteriyorlar. Felsefe ortamımız, bir “ergenlik çizgisi”ne doğru gitse de, kendi kendini üreten bir felsefe geleneği için henüz hazırlık aşamasında olduğumuz söylenebilir.



[1] Ömer Naci Soykan bir söyleşisinde, bu sorunu şu şekilde dile getirir: “Felsefecilerimizin bazı tanıtıcı yazılar dışında birbirlerinin yazılarını incelemekten, onlardan kendi yazılarında alıntı yapmaktan ödleri kopuyor… Oysa Türk felsefesinin en çok felsefi diyaloğa ihtiyacı var.” Bir başka konuşmasında da şu ifadeler geçer: “Kimse zahmet edip de topu topu birkaç kuşak olan felsefecilerimizin ürünlerine bakmıyor. Birbirlerine de bakmıyorlar. Herkes felsefeye sıfırdan başlıyor. Sıfırın üstüne bir şey konulmaz.” (Soykan, 2003: 197, 2009: 48). Burada şöyle bir tespit yapılabilir: Yabancı dili güçlü olan felsefecilerimiz, bildikleri dilin kaynaklarından beslenmektedirler. Bunun sonucunda da bazı felsefecilerimiz Alman, bazı felsefecilerimiz Fransız, bazı felsefecilerimiz İngiliz ve Amerikan felsefe geleneğine yaslanmaktadırlar. Afrika felsefeleri üzerine yazılan bir makalede, bu coğrafyadaki felsefecilerin, Batı üniversitelerinin Afrika’daki temsilcileri gibi çalıştıklarından söz eder: dil batılı bir dil, kaynak batılı kaynak, felsefe batılı felsefe, filozof batılı filozof. Tek ayırt edici özellik, felsefe eğitiminin bir Batı ülkesinde değil de Afrika ülkelerinde veriliyor oluşudur. (Etuk, 1987: 60). Felsefenin, filolojik bir çalışma olduğu doğrudur; ancak onun filolojik bir çalışma olması, felsefi görüşleri aktarmak için değil, özgün söylemlerin üretilebilmesi içindir. Yapılması gereken şey, İnam’ın cümlesi ile “Kendi yaşamımızdan kaynaklanan felsefe yapma yolunun denenmesi”dir (İnam, 1994: 6).