Hece, sa.145, ss.52-57, 2009 (Hakemsiz Dergi)
Zaman, birçok
açıdan incelenebilecek bir konudur. Bunların önemlisi, insan açısıdır. İnsan
açısından zaman, zamanı kendi özgül konumunda kavramanın da koşuludur. İnsan zamanın
hem öznesidir, hem de nesnesi. Zaman insanla vardır, insan da zamanla. Yeryüzündeki
varoluş, zaman içinde ve zamanla birlikte varoluştur. İnsan dünyaya gelirken
zamana gelir, zamanda yaşamaya gelir, zamanda yaşayarak zamanın dışına doğru çekilmeye,
bir bakıma zamanda zamanı aşmaya gelir. İnsanın zamansallığı, varoluşunun zaman
içindeliği demektir. Bu da onun dar ve sınırlı bir şekilde, dar ve sınırlı bir
ömürle hayata bağlanması demektir.
Agustinus,
zamanı ve tarihi, cennetten çıkış ve dünyaya geliş ile başlatır. Buna göre
dünyadaki zaman, insanın zamanıdır. İnsanın, dünyaya bakışı ve bilinci değer
değemez zaman da başlar. Zaman insandadır, insan da zamanda. Zamanın insanda
olması bu kavramın bilinçle olan varlıksal bağı, insanın zamanda olması da kendi
varlığındaki fanilik/sonluluk durumu ile ilgilidir. İnsanla birlikte “varoluşsal
zaman”, varoluşsal zamanla birlikte de tarih başlar. Zamanın varoluşsallığı,
ona üç boyutlu bir nitelik kazandırır: Geçmiş (mâzi), şimdi (hâl) ve
gelecek (âti/istikbâl). Hayat,
şimdide yaşanır, şimdiden geleceğe doğru yönelir. Zaman, geçmişten gelip şimdi
ve burada zamana katılır. Buna göre geçmiş etkin olarak kendisine
dönülemeyendir. Ona ancak hatırlayarak dönebiliriz. Şimdi ise yaşamanın
zamanıdır. Ona da ancak yaşayarak dokunabiliriz. Gelecek hayallerle,
tasarılarla, projelerle kapısını aralar insana. Varoluş, böylece, bir
hatırlama, eyleme ve hayal etme sarmalı içinde gittikçe var olmaktan çıkıp varolmamaya
doğru giden bir akışa dönüşür. Varlığı belirli bir bilince borçlu değildir. Hep
başka bilinçlerle kendisini tazeler. Ayrılma zamanı gelenleri kendi içinden ayıklar
ve bu böyle sürüp gider.
İnsan
dünyasında farklı zaman katmanları söz konusudur: öznel zaman, nesnel zaman, fiziksel
zaman. Fiziksel alanda zaman bölünmelere uğramaz, kesintisiz bir akıştır. “An”
diye bir şey yoktur orada. An, tinsel alana, insanın yaşama ve eyleme dünyasına
aittir. Bu nedenle öznel zaman kişinin kendi hali içinde yaşadığı zamandır.
Mutlu ya da mutsuz, uzun ya da kısa olabilir. Duruma göre bir saniyelik zaman
çok uzun, duruma göre koskoca bir ömür de çok kısa gelebilir. Bir bekleme anında
zaman uzadıkça uzar. Uzayan ya da kısalan zaman değil, insanın içinde bulunduğu
ruhsal durumdur aslında. Dostoyevski, İdam mangasının önünde yaşadığı üç dakikalık
bir zaman aralığından söz eder; “Ateş!” emriyle sonlanması karara bağlanmış bir
üç dakikadan ve bu kısacık zaman aralığında yaşadığı bir ömre bedel “öznel
zaman”dan söz eder. İlk dakikayı hatıralarına ayırmıştır; çocukluğunu,
annesini, babasını, kardeşlerini, çevresini, sevdiklerini, tanıdığı herkesi hatırlamaya.
Ve kilisenin kubbesinden yansıyan ışık huzmeleri, son dakikalarda bir ömrün
içinde tadılabilecek her türlü sevinci bağışlamıştır kendisine. Oldukça uzun
süren üç dakika; öznel zamandır bu.
Yahya Kemal’in
şiirlerinde, genellikle geçmiş bir yaşantıdır zaman. Şiirlerinde, hatta diğer
yazılarında bile, genellikle “geçmiş” boyutuyla çıkar karşımıza. “Ati” her ne
kadar bir “söylem” olarak bu dünyaya dâhil edilmek istense de, Yahya Kemal’in
dünyasında, gelecek kapısı kapalıdır. Zamanın güçlü bir şekilde “mazi” olarak
ortaya çıkması, ona tarihsel ve kişisel bir karakter kazandırır. Bir toplumun
geçmişine, zaman içindeki varolma biçimine işaret ettiğinde, “tarih”, bireysel
bir yaşam öyküsü içinde ortaya çıkan varoluş mücadelesine işaret ettiğinde ise “anı”
olur. Denilebilir ki, zaman, Yahya Kemal’de, her üç halde de “mazi”dir; sadece
geçmiş değil, gelecek ve şimdiki zaman da. Öznel mazi, hatıra olarak kendini
gösterirken nesnel mazide bir toplumun, bir ulusun zaman içindeki varoluş
mücadelesi, varlık alanında kalma yönünde yaptığı büyük hamle yer alır. Ama
mazi içinde ortaya çıkan bu varoluşsal hamleyi, “ati” olarak okumak da
mümkündür. Zaman mazi olunca, iş zamanın boyutlarını anlamaya değil, mazinin boyutlarını
bulmaya kalıyor.