Bizim Külliye, sa.58, ss.17-19, 2013 (Hakemsiz Dergi)
Bir zamanlar, “varoluş felsefelerinde
şimdiki zaman sorunu” diye bir yazı yazmıştım. Bu soruna nereden takıldığımı tam
olarak hatırlamıyorum; belki kendi yaşama deneyimlerimden, belki bir türküden,
belki bir huzurdan, belki bir kasvetten. Hem ona takılmayan, bilerek ya da
bilmeyerek soru sormayan, onunla hesaplaşmayan kim var ki? Hatırlıyorum da,
çocukluğumuzda, büyüklerimiz, o koskoca adamlar, “bir tek yaşadığım anı
biliyorum” derlerdi de inanamazdık, bir anda derin bir boşluk açılırdı zamanda.
Nasıl olur, nasıl olur da şu kadar yaşamış, şu kadar güngörmüş bu insanlar,
sadece yaşadıkları şu anı bilebilirlerdi? Onların “varlık olmakta” yetkinleştiklerini,
yaşamaktan belli bir doygunluğa, var
olmak açısından belli bir tamlığa erdiklerini düşünürdüm. Bu nedenle
yüzlerindeki nuru, biraz da bu kemalin yansıması olarak görürdüm. “Bir tek yaşadığım
anı biliyorum” deyince işler değişiverirdi birden; “yaşamaya doymadım, doyamadan
da gideceğim” demek gibi bir şeydi bu. “Bir tek yaşadığım şu anı biliyorum” dediklerinde
tuhaf bir duygu oluşurdu içimde. O zaman sorulacak soru belliydi: Peki ya, çocukluğunuz,
ya gençliğiniz; onlar nerede şimdi? Sevgileriniz, aşklarınız, düğünleriniz, bayramlarınız,
şenlikleriniz, umutlarınız; evet, onlardan ne haber? Geçmişte bilinecek ve
yaşayacak bir şey kalmadı mı hiç? “Geçmiş” derken, bir yangın yerinden mi söz
ediyoruz sanki? Tümüyle geçmiş olan bir şeyden mi bahsediyoruz? Peki, ya
gelecek? “Gençliğinizin kıymetini bilin”, dediklerinde, onun kıymetini nasıl bilebileceğimiz
konusunda bir açıklama beklerdim de, küçücük bir ipucu bile vermezlerdi. Daha
sonra “Zenginlik sahip olmak değil, kıymetini bilmektir.” diye düşündüğümde,
gençliğin kıymetini bilmenin ne olduğunu da sezer gibi oldum. O zaman şöyle bir
durum çıktı ortaya: Yaşadığın anın kıymetini bil! Kıymet bilmek, bir “değerlendirme”
olduğu için, insan ne zaman kıymet bilebilir gerçek anlamda? Ancak “ardından bakarken”;
evet, o zaman. Şimdi gençliğimin ardından bakarken, onun kıymetini daha iyi biliyorum.
Bir zamanlar, “keklik bizden uzaklaştı” türküsünü dinlerdim de, mısraların içindeki
derin melankoliyi sezer gibi olmama karşın sözün imlediği yaşantıyı tam olarak
kavrayamazdım. Artık onu da anlıyorum. Zira o da, evet o da gidenin ardından
bakıyor, geçmiş zamanın peşinde…