Bizim Külliye, sa.65, ss.12-18, 2015 (Hakemsiz Dergi)
“Poetika” kavramı, son yarım asırdır Türkçede daha sık kullanılan bir kelime
olmuştur. Bunun nedeni, bir yandan şiir ve sanat konularına ilişkin ilginin
artması, bir yandan da felsefi terminolojinin giderek yaygınlaşmasıdır. “Poetika”,
yerli kültürde bir karşılığının olması nedeniyle, kendisine kolayca bir zemin
bulabilmiştir. Sadece parlak şiir geleneğine değil, İslam düşüncesinin görkemli
dönemlerine dönüş yaptığımızda da, şiir konusunun pek çok boyutuyla ele alınıp
tartışıldığını görebiliriz. Kindi, Fârâbî, İbn Sina, Gazali, İbn Rüşt, İbn
Haldun, şiir sanatını, sadece estetik boyutuyla değil, mantıksal, epistemolojik,
eğitimsel, ahlâkî, dinî ve politik boyutuyla da ele alıp tartışmışlardır.
Grekçede tekne sözcüğü, zanaatı ve yüksek sanatı içeren bir kavramdır. Onda,
el becerilerindeki maharet, ustalık yanında sanat, şiir, tiyatro gibi yüksek sanatsal
aktiviteler de yer alır. “Poetika” kavramının türediği kök, öncelikle yapma, üretme
anlamında sun’i bir alana işaret eder. Poíêsis,
şiir sanatının dışında, yapma biçimlendirme, oluşturma; poieteke, üretme bilimi, sanat veya zanaat gibi anlamlara da gelir.
(Peters: 2004: 307-308). Buna göre, poetik tutum, öncelikle bir kültür
oluşturma olayı, bir kültür üretim biçimidir. “Poetika”nın günümüzde,
mantıksal, epistemolojik veya teknik boyutuyla değil, daha çok sanatsal yönüyle
öne çıkar. Onu geniş anlamda sanat felsefesi, dar anlamda da şiir felsefesi
olarak anlamak mümkündür.
Konu, Aristoteles’in Poetika adlı eseri ile düşünce tarihine
girmiştir. Kendisinden önce hocası Platon da sanat, şiir gibi konular üzerinde
geniş bir çerçevede durmuş olsa da, sanat ve şiir konusunu bağımsız bir eser hâlinde
ele alıp işleyen ilk eser Poetika’dır.
Aristoteles, hem Doğu/İslam kültürü, hem de Batı kültüründe derin etkiler
bırakmış bir filozof olarak ölümünün ardından eserleri üzerine yapılan
sınıflama, açıklama ve yorumlama çabaları hız kazanmış; hayatı, dünyayı ve
insanı anlama konusunda sürekli bir başvuru kaynağı olarak görülmüştür. İşte bu
etki alanlarından biri de Poetika
vasıtasıyla sanat ve şiir konusunda olmuştur. Tunalı’nın da belirttiği gibi,
Aristoteles’in bu eseri, yüzyılların sanat görüşlerini belirlemiş, estetik
tarihi yönünden çok önemli olan bir eserdir (Tunalı, 1960: 9).
İslam düşüncesinde de, gerek
Aristoteles’in etkisi, gerekse kültür içindeki yeri (hikmet ve şiir geleneği)
nedeniyle şiir sanatı üzerinde durulmuş; konu doğrudan bağımsız eserlerle ya da
farklı konuları işleyen eserler içinde ele alınıp tartışılmıştır. Fârâbî, 1937
yılına kadar sadece adı bilinen, fakat kendisine ulaşılamayan Şiirin Kanunları Hakkında Risâle (Risâle fî Kavânîni Sınâ'ati'ş-Şi'r) adlı
eserinde Aristoteles’in bu eserini yorumlamaya, İslam kültürü içinde yeniden
üretmeye çalışır. Hindistan Ofisi Kütüphanesinde, Margoliouth tarafından
tesadüfen bulunan bu eser, 1937 yılında Arberry tarafından Fârâbî’nin Şiirin Kanunları (Farabi’s Cannon of Poetry) başlığı ile
Roma’da yayımlanan Rivista degi studi
oriantali dergisinin 17. sayısında, 266-278. sayfalar arasında Arapça aslı
ve İngilizce çevirisi ile birlikte yayımlanmıştır. Söz konusu bu risale 1997’de
Mehmet Bayraktar tarafından “Fârâbî’nin
Şiir Sanatının Kanunları Adlı Risalesi” başlığı altında çevrilerek Ankara
Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi’nin 36. sayısında, 45-65.sayfaları arasında kendi değerlendirmeleri ile bilirkte
yayımlanmıştır.
Bu makalede, uzun ve geniş poetika
tarihinden bir kesit olarak, Aristoteles’in Poetika’sı
ile Aristoteles’ten sonra insanlığın ikinci öğretmeni (Muallim-i Sânî) olarak nitelendirilen Fârâbî’nin Şiirin Kanunları adlı risalesi arasında bir karşılaştırma denemesi yapılacak,
dolaylı olarak “şiir ve mantık arasında nasıl bir ilişki vardır” sorusuna cevap
aranacaktır.