Hece, sa.234, ss.38-44, 2016 (Hakemsiz Dergi)
insanın olduğu her yerde, teknik de olmuştur. Sözgelimi, eski dönemlerde, gemi yapımı, önemli bir teknik uygulama sayılmaktaydı. Aynı şekilde şiir ve tiyatro eserleri yazmak da “tekne” içinde görülüyordu. Sanatı ve zanaatı ifade eden bir kelime olarak “tekne”, farklı evrelerden geçerek günümüze ulaştı. Bugün teknoloji dediğimiz her bir durumda, modern bilimin sonuçları varlık kazanmış bir alandan söz ediyoruz. Ve kelime artık eski dönemlerde olduğu gibi “yüksek sanatı” içermiyor.
Dijital teknoloji, günümüzde hayatın yeniden tanımlayacak konuma gelmiş: Çalışmayı, seyahat etmeyi, okumayı, yazmayı, iletişimde bulunmayı, eğlenmeyi, oynamayı, dostluğu, muhabbeti, eğitimi, öğretimi… 80’li yıllarla birlikte adından söz ettirmeye başlayan bilgisayar teknolojisi, 90’lı yılların ikinci yarısında internet teknolojisiyle buluşunca yeni bir düzen ortaya çıkmış. Her birimiz, sessizce ve fark ettirmeden gerçekleşen bu devrimin tanıklarıyız. Her teknolojik buluşta bir bütün olarak kültürü etkileme ve dönüştürme gücü yoktur. Dijital teknoloji, öyle bir kültürdür ki, neredeyse insanoğlunun yazıdan sonra bulduğu en etkili araçlardan biridir. Onun insan dünyası açısından anlamı sadece bir araç gereç olması değil, kültürü etkileyen, yoğuran, dönüştüren bir kültür de olmasıdır. Yapay zekâyı temele alan dijital teknoloji, teknolojinin ulaştığı en ileri aşama olarak görülebilir. Bu haliyle, bakıldığında kılcal damarlarıyla dünyayı sarıp sarmalamış gibidir. Teknoloji artık belirli makinalarla, sanayi uygulamaları ile sınırlı değildir; yapay zekâ hayatın her alanını yönetir duruma gelmiştir. Teknolojiyi teknolojinin emrine sokmak olarak nitelendirilebilecek bu durum, yaşam alanlarının programlandığı bir yazılıma, rafine olmuş, simgeleşmiş, kodlanmış, soyutlanmış bir dünyaya dönüşmüştür. Akıllı teknolojiler, geçen yüzyılın hantal, kaba, ağır teknolojisinden farklıdır. Sanki hem var, hem yok gibidir; ama bu rafine olmuş teknoloji, o kadar güçlüdür ki, bize nerdeyse dünyanın elimizin altında olduğu duygusunu verebilmektedir. Dijital teknoloji, farklı bir ontoloji sunuyor bize; evren giderek bir yazılıma dönüşüyor. Kitap bir yazılıma, sistem bir yazılıma, fabrika bir yazılıma, banka bir yazılıma, uçak bir yazılıma, hastane bir yazılıma, ameliyatı yapan robot bile bir yazılıma dönüşüyor. Yazılıma, yani bilginin kodlanmasına, nesneye aktarılmasına. Dünya ve dünya içinde olan her ne varsa, sisteme yüklenmiş; ulaşamamak, erişememek, görememek durumu söz konusu değil. Okyanusun dibinden uzayın derinliklerine kadar, hemen her yerden görüntüler alabiliyoruz. Dijital teknoloji, mesafe kavramını yeniden tanımlıyor; iletişim ve ulaşımı gerçeklik duygusunu sarsan bir zeminde ele alıyor. Açıyor, ifşa ediyor. Büyük patlama deneyi ile yaratılışın sırrına yolculuk yapmak isteyen merak, “kitap”ın başka sayfalarını da çeviriyor, “okuma”nın başka boyutlarına da açılıyor.
Teknolojinin; varlığı, bilgiyi, değeri yeniden tanımladığı günümüzde, Farabî’yi, İbn Arabî’yi, İbn Haldun’u, Rousseau’yu, Heidegger’i hatırlamakta fayda var. Soru şudur: Peki, neler oluyor, neredeyiz, nereye doğru gidiyoruz? İbn Haldun “bedevî insan”ın şecaatini, cesaretini, adâletini, güvenirliğini, kanaatini, kendine yeterliğini yüceltirken medenî olan konusunda tereddüdünü belirtmişti (İbn Haldun, 1988: 309, 314, 316). Medenî varoluş, sergilediği gevşeklikle ahlakı, adâleti, erdemi zayıflatan bir nitelikteydi. Bu bakış açısı Mukaddime’de giderek bir medeniyet eleştirisine dönüşür.
İbn Haldun’un medeniyet eleştirisi Rousseau’da da tekrarlanır. Onun sorusu da, bilim ve sanatlardaki ilerlemenin, ahlakî bir ilerleme doğurup doğurmayacağı yönündedir. “Bilim ve sanatlardaki ilerleme insanı ahlaklı kılar mı, yoksa onu kendinden, kendi doğasından koparacak bir nitelik mi taşır (Rousseau, 1989: 11). İşte araştırılacak şey! Rousseau, medeniyetin inşa ettiği, aynı zamanda medeniyeti inşa eden unsurların, yapmacık/sun’i bir şey olduğu ve öncelikle insanı kendi doğasından kopardığı yönünde bir görüşe sahiptir. Medeniyet dediğimiz davranış biçimleri, yapmacık ve insan doğasını bozan niteliktedir. Bu da ona mutsuzluk getirir, onu kendisine, kendi doğasına, kendi çevresine, yani iyiye, erdeme ve mutluluğa yabancılaştırarak yapay bir dünya içine sokar. Medenî davranış biçimi, yapay ve kurgudur. Asıl olan doğaya uygun yaşayabilmektir. Doğaya uygun olmak iyiliğe, erdeme ve mutluluğa yakın olmak demektir. Bugün sorun, İbn Haldun ve Rousseau’nun bıraktığı yerdedir: Teknoloji insanı ahlaklı ve mutlu kılar mı? İbn Haldun ve Rousseau’nun tartıştığı, medeniyet ve medeniyet unsurları ile insan ahlakı arasında nasıl bir ilişki vardır? Teknoloji, insan doğasına nasıl yansır, dış doğaya nasıl etki eder?