Temrin, sa.53, ss.15-26, 2012 (Hakemsiz Dergi)
Teknoloji hayatımızın hemen her alanına girmiş
durumda. Nerede olursak olalım, yaşadığımız ortam, teknoloji ortamı. Büyük
küçük, okumuş okumamış fark etmiyor, herkes bu ortamın içinde. Yapılan
araştırmalar, yetmiş yıllık bir ömrün yaklaşık on yılının televizyon karşısında
geçtiğini söylüyor. İnternet gibi sanal aygıtların da bu zamandan pay aldıklarını
söylemek doğru görünüyor. Sadece çocuk edebiyatı değil, geniş anlamda bütün
varoluş dünyası, bütün kültürel değerler (edebiyat, sanat, bilim, felsefe,
hatta teknolojinin kendisi bile) yeni teknolojilerden iyi ya da kötü yönde
etkileniyor. Şu bir gerçek ki, insanın başlangıçtan XX. yüzyıla kadar geçirdiği
teknolojik evrim, bu yüzyılda geçirdiğinin yanında küçücük kalıyor. Günümüz
teknolojileri inanılamayanı, hayal bile edilemeyeni sunuyor bize. Gerçek,
hayalin önüne geçiyor böylece. Çağımız, yeni teknolojilerin kendilerini denediği,
sergilediği, dönüştürdüğü, sınadığı bir çağ olma özelliği taşıyor. “Hızla
gelişip serpilmek” sözcüğü yetmiyor ondaki hızı anlatmak için; teknoloji kendi
kendisiyle yarışıyor, kendi kendisiyle boy ölçüşüyor. Yürümüyor, uçuyor adeta.
Bir yandan yeni teknolojilerin ortaya çıkışı, diğer yandan bunların hızlı bir
şekilde yerlerini yenilerine bırakması, büyük küçük demeden bütün bireylerin, teknolojinin
hızlı dönen çarkı arasında yaşadıkları anlamına geliyor. Bu da teknoloji
üzerinde durup düşünmeyi, bu aygıtı insani değerlerle anlamlandırmayı,
varoluşsal değerlerle zenginleştirmeyi kaçınılmaz kılıyor. Teknoloji çağında,
insanın teknolojiyle olan ilişkisi, pek çok açıdan yeniden değerlendirilmeyi
bekliyor.