Bizim Külliye, sa.52, ss.31-37, 2012 (Hakemsiz Dergi)
Ruhsal ve mental
rahatsızlıkların en önemli nedenlerinden biri, dış dünyanın ihtişamı karşında
oluşan yetersizlik duygusudur. Bu da tehdit algısına paralel bir şekilde ortaya
çıkar. Kişiyi bu duyguya sevk eden şey, rekabet duygusu ve olduğundan daha iyi
olma ihtiyacıdır. Bu da içsel gerilimlere, zorlanmalara, kırılmalara neden
olur. Bu özelliğe en ileri derecede sahip olan günümüz insanı, her zamankinden
daha gergin ve endişeli görünmektedir. Üstelik onun endişesi, iç dünyadaki bir
ilke ve prensibe yönelik değil, tümüyle fethedemeyeceği, karşısında yenilgiye
uğrayacağı değişkenler karısında, pratik dünyaya ilişkindir. İnsan, bu dünyada
kendi gölgesiyle savaşıyor gibidir. Kendini ifade edebileceği, kendini
gerçekleştirebileceği biricik alan olarak bu dünyayı görmektedir. Varoluş,
hayata doğru akacak şekilde kurulmuş, meyil bu şekilde verilmiştir. Meyil giderek
dünyaperestlik hâline dönüşme
riski de taşır. Yunus Emre’nin, korku ve kaygı durumları karşısında öne
çıkardığı ve “transsendental terapi” olarak adlandırabileceğimiz, temelini
aşkın olanda bulan sevgi ve umut hâli,
içkin evrenden gelen korku ve kaygıların giderilmesinde temel bir iyileşme durumunu
ifade eder. Onun verdiği, her şeyin Tanrı’nın güvencesi altında olduğu duygusu,
varoluşun en büyük sigortasıdır. Yunus Emre bize, bu dünyanın gerçeklikleri
dışında başka dünyaların kapılarını açar. Bu da, makale içinde “varoluşsal
daralma” olarak adlandırdığımız ruh hâlini
genişletir, verdiği güven ve iyimserlik hissi ile sevgiyi, sevinci ve umudu
temel bir varoluş biçimi hâline
getirir.
Yunus Emre’de,
metaforik bir ifade ile söyleyecek olursak, anne ve babanın çocuğa verdiği
güvenin yerini Tanrı’nın güvencesi alır. Eğer Tanrı ile ilişkimiz sevgi
temeline dayalı ise artık hiçbir tehdidin önemi kalmaz. Bunu çağrıştıracak
şekilde, “Nitekim ben beni bildüm yakın
bil kim Hakk’ı buldum / Korkum anı buluncaydı şimdi korkudan kurtuldum / Ben
imdi kimden korkayın korkduğum ıla yar oldum” der. Bu mutlak güveni yakalayınca hiçbir tehdidin önemi kalmaz. “Ebedi var olma”
güvencesi, zamanın dar duvarlarını yıkar, varoluşun sınırlı dünyasını
sonsuzlaştırır, varlık adeta yeiden keşfedirlir. Bu ruh hâli içinde dünya hayatına ilişkin
endişeler aşılır. Güven altında olmak, kişiyi kaygı ve korkudan arındırır,
sevince ve umuda sevk eder.
Aşağıdaki makalede,
Yunus Emre’nin şiirlerinde ortaya çıkan transsendental terapinin bazı temel
ilkeleri belirginleştirilmeye çalışılacaktır.Transsendental terapiyi, manevî esenlik, aşkın sağaltım, manevî şifa, sonsuz
iyileşme hâli olarak
karşılayabiliriz. Metin okunup bitirildiğinde, ona isteyen istediği gibi bir
isim verebilir, “transsendental terapi” ifadesine istediği şekilde bir karşılık
bulabilir. Bu makalede transsendental terapinin ne olduğu sorgulanmayacak, ne
anlama geldiği konusu üzerinde durulmayacak, daha çok bu olumlu varoluş
duygusunun, bu varoluşsal bağlanmanın, ruhsal ve zihinsel süreçlerin, içsel
enerjinin yeniden yapılandırılması üzerindeki etkisi üzerinde durulacaktır. Bu
ifade en açık anlamıyla, “manevî” olanın zihinsel ve ruhsal süreçlerin yeniden
şekillenmesindeki dönüştürücü, iyileştirici ve sağaltıcı etkisine işaret etmek
üzere kullanılacaktır. Bu anlamıyla bir bakıma, manevî desteğe, manevî şifaya,
manevî güce işaret eder. Ama yalnız bu dünya ile sınırlı bir dönüşüm değildir,
eğer öyle olsaydı “aşkın” (transsendental)
olmazdı. O, egzistansın ruhuna dolan, kaynağını aşkın evrenden alan ve kişiyi
“içkin” (immanent) olan karşısında
dirençli kılan bir sevinç ve esenlik soluğudur. Ama burada şöyle bir soru da
sorulabilir, hem sorulmalıdır da: Kierkegaard’un deyişi ile, iki varoluş
arasındaki ilişki olan birey ve Tanrı arasındaki sevgi temeline dayalı ilişki,
bir zaman ve mekân içinde, sonlu ve sınırlı bir hayatı yaşamaya yazgılı olan
ekzistansın tehlikelerden, belalardan, varoluşsal acılardan kurtulduğu anlamına
mı gelir; bunu söyleyebilir miyiz? Gerçek şudur: Dünya insanın çeşitli acılar
yaşayacağı, çeşitli sıkıntılara gireceği bir yerdir. Bundan kaçınamaz. Ama yine
de onun, hastalık, ayrılık, ölüm gibi varoluşun sınır durumları ile
karşılaşması, umutsuzluğa düştüğü anlamına gelmez. Tanrı ile olan ekzistansiyel
bağ, ona metafizik bir sıçrama yaptırır ve ölüme giderken bile ölümsüz olduğu
inancıyla kendisini besler, sonsuzluk verir. Yunus, bu söylenenleri
pekiştirecek şekilde şunları söyler: “İy
pâdişah iy pâdişah her dem işin düze-durur / Dünya anun bustânıdur sevdüğini
üze-durur… Canlar bâki değül tende di birkaç gün geze-durur.”