Hece, no.154, pp.60-71, 2009 (Non Peer-Reviewed Journal)
Platon, Timaios
diyaloğunda, ruhun güçlü izlenimler ve etkilenimler sonucu edindiği duygulardan
(pathê), haz ve acıdan, aşk ve
nefretten, öfke ve korkudan, tutku ve ihtirastan söz eder. Ona göre bu güçlü
duyguların temelinde, ruhun ve bedenin birlikteliği bulunur. Ruhun
bir bedene kenetlenmesi, onu yalnız bir cisme sahip kılmakla kalmaz, ona bir iç
ve dış çevre de kazandırır.İç ve
dış etkiler sonucu kişide oluşan bu güçlü duyguların hepsi, Grekçede pathos sözcüğü ile karşılanır. Pathos, sevgi ve nefret, haz ve acı gibi
karşıt doğalı duyguların bütününü ifade eder. O, yanız sevgi değildir,
yalnız nefret de değildir; yalnız haz değildir, yalnız acı da değildir;
sevginin ve nefretin, hazzın ve acının bir bileşkesidir. Ruhun bir bedende
cisimleşmesi, hazzın ve acının, sevginin ve nefretin kaynağını da oluşturur.
Bu, insanın yeryüzündeki varoluşunu bütünüyle açıklayabilecek bir durumdur.
İnsanın öyküsü bu cisimleşme ile başlar. Acısı ve sevinci, korkusu ve umudu,
aşkı ve nefreti de bu cisimleşme ile başlar. Kendi başına ruh ya da kendi
başına beden, duygusal bütünlüğü oluşturmaya yetmez; ikisinin birleşmesi, ruhun
bir bedene yerleşmesi de gerekir. Ancak o zaman pathos insanın içinde kımıldar, nefes almaya başlar. İnsan yaşadıkça o da yaşar, insanla birlikte
gezinir, insanla birlikte bakar, görür. O insanla, insan da onunla yaşar ve
ölür. Buna göre acı ruhun bedene, bedenin ruha sarılmasıdır. Bununla başlar
insanın yeryüzündeki öyküsü. İnsanın içinde cisimleşen acı, sonlu ve sonsuz,
ruh ve beden, güzel ve çirkin, iyi ve kötü, doğru ve yanlış arasındaki
çatışmadan doğar artık.
Antik Yunan düşüncesinde insan ontolojik bir bütündür.
Bu bütünlük akıl, ruh, beden, duygu gibi öğelerin birleşmesinden oluşur.
Felsefe, bir theôría etkinliği olarak
kaynağını akılda bulur. Bilme ve kavrama edimi rasyonel bir etkinliktir.
Sanatın temel maddesi ise pathos’tur,
insanın duygusal dünyasıdır. Felsefe aklı işlerken, sanat duyguları işler.
Edebiyatta söze, resimde renklere, diğer sanatlarda sese ve ritme duyguların
renkleri düşer; bu şekilde haz ve acı, sevinç ve hüzün, aşk ve nefret, sadakat
ve ihanet, varoluşun renkleri olarak sanata yansır. Aristoteles, Poetika’da, bu çatışkılı duyguların,
sanat eserinde nasıl yer aldığını, şefkat, merhamet ve acıma duyguları ile
arınmanın (kátharsis) nasıl
gerçekleştiğini açıklar; yüce, derin ve soylu duyguları işlediği, insanın
yeryüzündeki varoluşuna ışık düşürebildiği için tragedyayı, daha “hafif”
duyguları işleyen komedyadan üstün tutar. Bu duyguların işlenmesinde, bir
bütünlük, ölçü, ahenk (harmonía),
simetri ve tasarım içinde bir araya gelmesinde imgelemin/hayal gücünün (eikasia), tıpkı aklın felsefi bilgiyi
üretmesinde olduğu gibi bir etkisi vardır. Akıl felsefeyi, hayal gücü de
mitolojiyi, sanatı ve edebiyatı üretir. Dolayısıyla, acı, hayal gücünün elinde,
insanın yeryüzündeki yazgısının dile geldiği bir ifade biçimine dönüşür. İnsan,
edebiyatla uğraşırken, acısının peşine düşer; onu görmeye ve anlamaya çalışır.
Acısı ile de kendi öyküsünün peşine düşer; kendisini görmek ve anlamak ister.
Edebiyattaki acı yalnız acıyı anlama çabası değildir; hayatı, hayatın anlamını
da anlama çabasıdır. Acıyı anlamak, sevinci, mutluluğu, huzuru da anlamaktır. Varoluştaki
bu temel konumu ile acı, eğitici, terbiye edici, olgunlaştırıcı bir özellik de
taşır; böylece estetik ve sanatsal bir içeriğe de kavuşur.