Bir Felsefe Dili Olarak Türkçenin İmkanları


Creative Commons License

Taşdelen V.

Diriliş Yolunda Türk Düşüncesi Necati Öner'e Armağan, Bahaeddin Yediyıldız, Editör, Türk Kültürü Araştırma Enstitüsü, Ankara, ss.141-161, 2013

  • Yayın Türü: Kitapta Bölüm / Ders Kitabı
  • Basım Tarihi: 2013
  • Yayınevi: Türk Kültürü Araştırma Enstitüsü
  • Basıldığı Şehir: Ankara
  • Sayfa Sayıları: ss.141-161
  • Editörler: Bahaeddin Yediyıldız, Editör
  • Yıldız Teknik Üniversitesi Adresli: Evet

Özet

Her felsefe, bir dilin felsefesidir; bir dile ait felsefedir; bir dil üzerinden ve bir dilin imkânları ile ortaya çıkar. Bir dilin sahip olduğu felsefî ifade gücü, filozof, edebiyatçı, şair, din ve bilim adamlarının eserlerinde kendini sergiler. Ama o dilin felsefesini, dünya görüşünü oluşturan, o dille kendilerini, evreni ve hayatı anlamlandıran halkın otantik katkılarını da unutmamak gerekir; zira dili yaşayan ve yaşatan onlardır. Türkçenin ihtiva ettiği felsefî ifade imkânı, kendisini konuşan halkların oluşturduğu anonim bir imkândır. Her dilin içinden bir zihniyet bakar. Dilin içindeki zihniyet, o dili konuşan halkın zihniyetidir. Türkçe varlığa, insana, dünyaya kendisini konuşan ve işleyen halkların zihniyeti ile bakar. Eğer “İngiliz felsefesi”, “Fransız felsefesi”, “Alman felsefesi”, “İtalyan felsefesi”, “İspanyol felsefesi” gibi bir “Türk felsefesi”nden söz edilecekse, Türkçe, bu adlandırmanın en önemli gerekçesini oluşturacaktır. Dil, her zaman biyolojiden çok zihniyet, fizikten çok ruh, dıştan çok içtir. Dil bir zihniyettir, bir dünya görüşüdür, bir düşünme ve algılama biçimidir. Dünyanın ve hayatın, her dilde farklı bir resmi vardır. “Türk felsefesi” ifadesi de biyolojik bir unsurda değil, duruma göre pek çok kültürden, farklı dil yapılarından katkılar alan, farklı duyuş ve algılayış biçimleriyle kendini zenginleştiren Türkçede kaynağını bulur. İngilizcenin, Fransızcanın, Almancanın olduğu gibi, Türkçenin de bir kültür dili olarak kullanım alanı etnik bir tanımla sınırlı değildir; onu köken olarak Türk olmayan kişiler de kullanıp kendisiyle düşünce ve sanat eserleri üretebilirler. Türk felsefesinin imkânı olarak görebileceğimiz Türkçe, bir kültür dili olarak alındığında Türk felsefesi ifadesi de gerekçesine kavuşmuş olur. Bu durumda “Türk felsefesi” ile “Türkçe felsefe” özdeşleşir; gerektiğinde birbirinin yerine kullanılabilir hâle gelirler.

Dil, bir dünya görüşüdür, bir zihniyet biçimidir. Bir varlık ve zaman algısıdır. Bir insan anlayışıdır, bir güzellik duygusudur. Bir yaşama bilgisidir. Dildeki potansiyel, felsefe yapma eylemine doğrudan katılır. Bir kültürün felsefe imkânı, o kültür dilinin ifade imkânlarında içerilmiş hâlde bulunur. Buradan hareketle söylersek, Türkiye’de felsefe yapmanın en önemli imkânlarından biri, Türkçedir; Türkçenin sahip olduğu birikim, potansiyel ve ifade imkânıdır. Türkçenin gramer ve dil yapısı anlamında felsefe yapma eylemine engel oluşturacağını düşünmemek gerekir. İçerik anlamında, ifade gücü ve kelime yapısı açısından da yeterli zenginliktedir. Aristoteles’i, Platon’u, Kant’ı, Heidegger’i kendi ifade imkânları arasına katabilmiş bir dil, kendisiyle özgün felsefeler de yapılabilecek bir dil demektir. Öyleyse sorun nedir? Sorun, Türkçede felsefe yapma geleneğinin canlı olmaması, bu yönde hayatiyeti olan bir kültür ve birikimin sağlanamamasıdır. Bu da kültürle, zihniyet biçimiyle, kişisel çaba ve yaratıcılıkla ilgili bir sorundur. Zira felsefe, toplumdan katkı alsa da toplum olarak yapılan bir etkinlik değildir; her adımda bireysel çaba ve yaratıcılığı gerektirir. Bu bireysel tecrübeler, dile ve kültüre bir katkı ve birikim olarak yansır. Bu noktada şunu söyleyebiliriz: Türkçenin, kendisiyle felsefe yapmak için, daha fazla ifade imkânına, daha farklı bir gramer yapısına değil, bir felsefe kültürü ve birikimi oluşturabilecek daha fazla özgün çabaya ihtiyacı vardır.

Türkçenin felsefe yapma konusundaki en büyük sorunu, ifade imkânlarındaki eksiklik ve sınırlılık değil, bu imkânları arayacak, deneyecek, kullanacak ve geliştirecek, onu diğer dillerde yapılan felsefelerle kaynaştıracak/karşılaştıracak yaratıcı çabalardan yoksun oluşudur. Hiçbir dil kendiliğinden, kendi doğal gelişim süreci içinde felsefî bir dil hâline gelmez. Zira felsefî dil, kurulan, oluşturulan, yapılan bir dildir. Ona felsefî dil olma özelliğini kazandıran şey, kendisiyle yapılan felsefelerdir. Bir dilde ne kadar çok felsefî çalışma yapılırsa, o kadar felsefî bir derinlik, yeterlilik ve ifade imkânı kazanır. Kendini tümüyle Batı felsefesinin bir uzantısı olarak kurmak isteyen bir felsefî çaba, akademik ilginin ötesine geçmez, kendi dilinin sahih imkânlarından yeterli derecede yararlanmış sayılmaz. Özgün bir felsefî çaba, kendi yaşam dünyasının verilerinden yararlanmayı bilir. Bir dilin felsefe yapma imkânı, o dilde açılmış felsefe yollarında, üretilmiş felsefelerde bulunur. Türkçe de en büyük felsefe imkânını, ifade imkânlarını deneyen yaratıcı çabalarda ve bu dilde yapılmış felsefelerde bulunur. “Bizde felsefe yoktur” ifadesi, geçmişe yönelik bir suçlamadır. Bu belki rahatlatıcı bir ifade gibi görünebilir; ama unutulmamalı ki bugün de yarının geçmişidir. “Geleneğimizde felsefe yoktur” ifadesi, bugün, burada yaşayan bireyleri felsefe yapma sorumluluğundan kurtarmaz. Şunu açıklıkla söyleyebiliriz: Türkçenin ifade imkânları içinde mutlaka bir söylem biçimi, kendisine uygun felsefe yolları vardır. Önemli olan, bu söylem biçimini ortaya çıkaracak çabalara girişebilmek, geleneğin kılcal damarlarını canlandıracak denemelerde bulunabilmektir. Dil bir enstrümandır, her enstrüman gibi o da kendisini kullananların yaratıcılığına ihtiyaç duyar. Kültürümüzdeki felsefî yetersizliği, Türkçenin yetersizliğine bağlamak kolaycılık olur; bu tutum kişisel yaratıcılık üzerinde varlık kazanmış olan felsefenin doğası ile bağdaşmaz. Daha on birinci yüzyılda Yusuf Has Hacib’i, on üçüncü yüzyılda Yunus Emre’yi çıkarabilen bir Türkçenin, kendisinden büyük filozoflar çıkarmasını da beklemek gerekir.