Ketebe, İstanbul, 2021
Sanat
ve gerçeklik, sanat ve hakikat, sanat ve ahlâk, öteden beri üzerinde sıkça
konuşulan konular arasında yer almıştır. Sanat ve gerçeklik konusunu tartışmak,
sanatta bu dünyanın yeri nedir, sorusunu tartışmaktır; sanat ve hakikat
konusunu tartışmak, sanatın dili ile gerçekliğin doğası arasındaki ilişki
nasıldır ve nasıl olmalıdır sorusunu tartışmaktır. Sanat ve ahlâk konusu ise sanatta
etik değerlerin yeri ne olmalıdır, etik ve estetik değerler arasındaki ilişki
nedir, sorusuna bir cevap aramaktır.
Aristoteles,
Poetika’da tragedyanın olmazsa olmaz
koşullarını sayar. Bu koşullardan biri, sanat eserinin “konusu” ya da “teması”
olarak tanımlayabileceğimiz “öykü”dür (Aristoteles, 1983: 23). O, “öykü”ye
belirli ölçütler getirir. Ona göre, bir sanat eserinin, uzunluk, genişlik,
büyüklük vb. bakımlardan insanın algılama sınırının üzerinde olmaması
(Aristoteles, 1983: 27-28), aynı zamanda anlaşılır ve kendi içinde tutarlı
olması gerekir. “Konu”ya getirilen bu ölçütler tartışılabilir, kabul
edilmeyebilir. Ancak “konu”nun gereksizliğini savunmak o kadar kolay olmayacaktır;
zira her sanat eserinin belirli bir konu etrafında örüntülendiği bir gerçektir.
Bu da sanat eserinin bir şeyden bahsettiği, bir tema etrafında merkezileştiği,
bir sorunu açtığı ve ifşa ettiği anlamına gelir.
Peki,
sanat eserinin öyküsü olabilirlik
yönünden nasıl bir özelliğe sahip olmalı, neyi anlatmalıdır: Olanı mı, yoksa olası/mümkün
olanı mı? Gerçeği mi yoksa ideali mi? Mümkün olanı mı yoksa imkânsız olanı mı?
Soru basit gibi görünse de, sanatın doğasına ilişkin verimli bir tartışmanın
kapısını aralamaktadır.