Hece, sa.210, ss.8-15, 2014 (Hakemsiz Dergi)
Şehir anlamına gelen “medine”den türeyen “medeniyet”te
olduğu gibi, kavramın Batı dillerindeki karşılığı olan civilisation’da da yerleşmek, bir yere bağlanmak, belirli
bir toprağı yurt edinmek; bu şekilde şehirleşmek, site haline gelmek, devlet
kurmak ve onun kurumlarını oluşturmak esastır. Civilizasyon’un temelini oluşturan durum, yerleşik hayata
geçmektir; bu da tarım toplumu olabilmekle, ekip biçme kültürü oluşturabilmekle
alakalıdır. Toplumlar tarıma geçtikçe, belirli toprakların üstünde yerleşmeye
başlamışlar, orada evler, köyler, şehirler ve giderek devletler kurmuşlardır. Yerleşme
ve düzen oluşturma, medeniyetin tohumunu oluşturur, medeniyet bu tohumdan filizlenir.
Belirli kuralları, yasaları ve yönetim düzeni olan şehri ve bu şehre ait olmayı
ifade eden civitas ve civic gibi kavramlar, toprağı yurt
edinmeyi, yerleşmeyi, yerden bir şeyler
alıp yere bir şeyler vermeyi ifade eder. Bu anlamda medeni olmak, Aristoteles,
İbn Haldun, Vico, Braudel gibi düşünürlerin de belirttiği üzere öncelikle
bedevilikten, dağınıklıktan ve dağlılıktan kurtulup belirli kurallar ve yasalar
çerçevesinde bir araya gelmeyi, toplum olmayı, düzen oluşturmayı, kuralı,
yasayı, kısaca bir şehrin, bir stenin vatandaşı olmayı ifade eder.
Kuralsızlık ve düzensizlik medeniliği yok eder. Medenilik
öncelikle toprağa yerleşmektir, ikinci olarak yerleşilen yerde, içinde zanaatı,
sanatı, düşüncesi, kurumları olan bir yaşama kültürü oluşturabilmektir, üçüncü
olarak kurallar çerçevesinde kişisel özgürlüğü biçimlendirebilmek, sosyal
hayata zemin teşkil edecek bir hukuk meydana getirebilmektir. Medeni insan, kuralları
ve yasaları olan bir yerde yaşar; hak ve sorumlulukları yasa ve kurallarla
tanımlanır, özgürlüğü hukuksal bir çerçeve kazanır, başkalarının hak ve özgürlüklerine
duyarlıdır. Bu kültürel oluşum, düzenden bilme ve anlamaya, oradan sanata ve ticarete
varıncaya değin varoluş dünyasının zengin ve geniş açılımı içinde ortaya çıkar.
Toprağa bağlanma biçimi, düzen ve bir yaşama kültürü oluşturma fikri, esas
olarak kültürüler arasındaki farklılığı doğurur. Her kültür kendi farklılığı ve
varoluşu üretim biçimi olarak medeniyete katılır. Farklı kültürleri oluşturan farklı
bölgelerde yaşamaları değil, hayata, varlığa farklı anlamlar vermeleri,
yeryüzüne farklı bir tarzda yerleşmeleridir. Bu açıdan bakıldığında Batı
kültürü nedir diye sormak, batıyı oluşturan zihin ve bakış açısı nedir diye
sormaktır.
Kuşkusuz yönler, insanların bulundukları konuma göre
değişir. Batı bir yerden batı, doğu bir yerden doğudur. Konumundan hareket ederek
söyleyecek olursak, Batı doğuluların, Doğu da batılıların bir adlandırması
olacaktır. Gündelik dilde kullandığımız Doğu ve Batı kavramları, coğrafya
merkezli bir adlandırma değil, yerleşme
biçimi ile ilgili bir adlandırmadır. Bu açıdan Batı kültürü nedir diye sormak,
Batının yeryüzüne yerleşme ve bağlanma biçimi nasıldır, bu varoluşu biçimleyen
temel faktörler nedir, diye sormaktır. Bu da kültür ve değer merkezli bir
adlandırmadır. Kültür ve değer merkezliliği ifade ettiği için, Batılı da
kendisine Batılı der, yaşadığı kültürel ortamı Batı diye adlandırır. Ayrım, bir
kültür ve yaşayış sorunu haline gelince, sorun insanların içinde ve zihninde
merkezileşmeye başlar. Bu anlamda, bir kültür ve varoluş biçimi olarak Doğu Batının,
Batı da Doğunun içinde, kimi zaman birbirine hiç dokunmadan ve birbirine hiç karışmadan
yaşamaya başlar. Hatta öyle olur ki, kimi durumda, doğululuk ve batılılık aynı
kişilikte bir araya gelir; kimi zaman zenginlik, kimi zaman da çatışma alanı
olarak. Şu halde Doğu ve Batı, her şeyden önce yer’e değil, yerleşme ve bağlanma tarzına, zihniyete ve algılayış
biçimine verilen addır.