Hece, no.196, pp.74-84, 2013 (Non Peer-Reviewed Journal)
Kolonyalizm, çok yönlü, çok boyutlu bir
sorundur. Politik bir konu olması, felsefî, bilimsel ve teknolojik temellerinin olması, ekonomik ve
sömürü boyutunun olması, sosyolojik, coğrafi, etnik, inanç ve eğitim boyutunun olması; ama hepsinden önce
bir insanlık sorunu olması, onu çok yönlü bir sorun hâline
getirir. Kuşkusuz bu nedenleri artırabiliriz. Ama ne kadar da artırsak, sonuçta
bir toplumun diğer bir toplum tarafından sömürgeleştirilmesi, kaynaklarına ve
zenginliklerine el konulması, köleleştirilmesi, kültürel kırılmaya uğratılması
ile karşılaşırız. Gerçi bu uygulama, insanlık tarihinde eşine rastlanmayacak
bir durum değildir. Zira insanın tarihi, bir bakıma sömürünün, köleleştirmenin,
üstünlük kurma çabalarının tarihidir. Camus’nün dediği gibi, insan insana
zararlı bir şey salgılar bu dünyada; insan kendi türü için en tehlikeli varlık
olarak ortaya çıkar. Sömürgeleştirici tutum, gentil ve semavi kültürler
açısından bakıldığında bir farklılık gösterebilir. Zira sonuçta semavi kültür,
ilahi öğreti ile terbiye edilmiş bir kültürdür. Daha önce de sözünü ettiğimiz
gibi[1]
sömürü ve köleleştirme, gentil kültürlerin baskın bir tutumudur. Bu
kültürlerde, insanın insanla ilişkisi, güç, zenginlik ve asalet temelinde
ortaya çıkar. Semavi kültürlerde ise, insanın insanla olan ilişkisi, nomos’la, ilahi kanun ve yasalarla belirlenmiştir.
Bunun beraberinde getirdiği etik yaşantı (ödev ve sorumluluk), sevgi, merhamet
ve şefkat şeklinde tezahür etmiştir. Bu da yeryüzünü iyi istencin egemen olduğu
bir yer hâline getirme, iyiyi egemen kılma duygusunun
bir eseri olarak görülebilir. Semavi kültür, “iyi istenci”ni egemen kılma
yönünde ortaya çıkan bir iradenin ürünüdür. Şunu söylemek gerekir:
Kolonyalizm, nerede ve ne zaman olursa olsun, bir gentil davranış biçimidir.
Zira onlar, diğer toplumları kendileri ile eşit görmedikleri için, kendisi gibi
olmayanları egemenlikleri altına alıp sömürmek ve köleleştirmek isterler. Bu
açıdan bakıldığında kolonileştirme, tarihin en eski davranış biçimlerinden biri
olarak görülebilir. Bu durum, güçlünün zayıf üzerindeki bir tasarrufu olarak
ortaya çıkar. Aşkın bir bağlanma gerçekleşmediği için, kendi benliklerini
aslında öyle olmadığını bildikleri hâlde
mutlaklaştırma tutum içine girerler. Bunun sonucu olarak, kendilerini hizmet
edilecek efendiler olarak görürler; böyle bir tasarrufa yönelik kendinde bir
hak görürler. Kolonyalizm hareketini insan doğasına bağlamak yanıltıcı bir
tutum olabilir. O, daha çok insan doğasının bozulması ve dejenerasyonu ile
ilgilidir, benliğin terbiyesi sorunudur. Bir dünya görüşü sorunudur. Güçsüzün
korunduğu, esirgendiği semavi kültürler, kolonyal bir tarzda değil, sömürgeci
değil koruyucu ve esirgeyici bir tarzda kendilerini göstermişlerdir. Semavi
kültürler içinde kurulan devletlerde, bu himayeci tutumu görebiliriz.