Hece, sa.133, ss.356-361, 2008 (Hakemsiz Dergi)
Safahat’ın felsefi yapısı konusunda pek çok başlık açılabilir. Kuşkusuz bunların en başında Safahat’ı felsefi açıdan incelemenin felsefi bir tavır olup olmayacağı tartışması gelir. Burada bu başlıklardan yalnızca üçüne değinilecektir.
Bu başlıklardan ilki, “uygarlık felsefesi”dir. Akif’in şiirleri bir uygarlık anlayışı üzerinde varlık kazanır, bir uygarlık fikrinden hareket eder, bir uygarlık öngörüsü içinde bulunur. Safahat’ta, başlıca doğu ve Batı uygarlığı olarak üzere iki uygarlık biçiminden söz edilir. Doğu uygarlığı, dar anlamda İslam uygarlığı, Batı uygarlığı ise temelinde Antik Yunan felsefesi, Roma hukuku ve Hıristiyanlık inanışının bulunduğu; Rönesans, roformasyon, aydınlanma, modernizm, sanayi devrimi ile günümüze doğru evrilip gelen bir uygarlık biçimidir. Akif’in şiirin temel dokusunu oluşturan, bu iki uygarlık biçimi arasında sürüp giden çatışma, zıtlaşma ve ayrışmalardır. O, uygarlığın bir zihniyet biçimi, zihniyet biçiminin de bir varoluş hali olduğunu ortaya koyar şiirlerinde.
Safahat’ın felsefi yapısı konusunda açılabilecek başlıklardan bir diğeri de “Kuran hermeneutiği”, bir başka deyişle Kuran’ın anlaşılması, yorumlanması ve yaşanması sorunudur. Kuran nasıl anlaşılmalıdır? Mevcut anlama biçimlerindeki sorunlar nelerdir? Anlamadan okumanın mantığı nedir? Bu tutum birey, toplum ve uygarlık düzeyinde nasıl sonuçlar vermiştir? Bütün bu konular Kuran hermeneutiği bağlamı içinde yer alır. Nihayetinde bu iki temanın tamamlayıcısı olarak bir üçüncü temadan, bir toplum ve ahlak felsefesinden de söz edilebilir.
Safahat, başlıca bu üç temanın zaman zaman acıklı, zaman zaman komik, zaman zaman düşündürücü şiiri, doğru bir ifade ile “bir uygarlığın ağıtı”dır. Denebilir ki, Safahat’ta şiir, şiire ayarlanmadan önce birey, toplum ve uygarlık meselelerine adanmıştır. Akif bu işlevsel poetik çabasıyla bir uyanış ışığı olmak istemiş; aklına, mantığına, vicdanına sığdıramadığı konuları şiire aktararak Müslüman toplumların asırlardır yaşayıp durdukları “yaşama”, “düşünme” ve “varolma” sorunlarını eleştirel bir bakışla işlemiştir. Ulaştığı nokta, ortada bir zihniyet ve anlama sorunu olduğu yönündedir. Aksi halde, mükemmel olduğu düşünülen bir inanış biçiminden bir sefaletin, bir yozlaşmanın, bir hurafenin ortaya çıkması açıklanamaz bir durumdur. Akif, çabasını bu zihniyet sorununun teşhis ve tedavisine yöneltmiştir. Bu yüzden, bu üç tema baştan sona onun gündemini ve yoğunlaşma alanını oluşturmuştur.