V. Uluslararası Asoscongress Filoloji Sempozyumu, İstanbul, Türkiye, 25 - 26 Ekim 2018, ss.1-2
Çeviribilimde özne deyince aklımıza gelen iki konum vardır: ilki uzun
zamandır hükümranlığını kırmaya çalıştığımız yazar ve ikincisi görünür olmaya
yüreklendirdiğimiz çevirmen, daha doğrusu okur ve yazar olarak çevirmen. Çeviribilimi
bir sosyal bilim olarak ve çevirmeni ne yaptığının bilincinde karar sahibi bir
özne olarak kabul ettirme mücadelemizde aslında temel bir çelişki yatar: her
şeye muktedir yazar öznesine karşı çıkmak ama çevirmenin özne konumunu teşvik
etmek, bir diğer deyişle yazarın özne olmasını lanetlerken çevirmenin
öznelliğini yüceltme çabamız. Çevirmenin ikincil konumu çeviribilim tarihi
boyunca kuşkusuz çok tartışılagelmiştir. Ne var ki söz konusu tartışmalar
çoğunlukla “görünürlük” daha doğrusu “gürünmezlik” kavramı üzerinden
yürütülmektedir. Buna ek olarak, çeviri sosyolojisinden alınan “eyleyici”,
“alan”, “habitus” gibi kavramlar çevirmenin bir özne olarak ortaya çıkışına
büyük katkıda bulunmuştur. Ancak, çevirmenin bir özne olarak en çok ortaya
çıktığı durum sömürgecilik çalışmaları çerçevesinde olmuştur. Aslında
çevirmenin bir özne olarak kabulü/reddi durumu her ne kadar çok aşikâr bir
tartışma olarak görülse de yukarıda değindiğim bu farklı tartışma
platformlarının arasında hep bir kopukluk olmuş, çevirmen salt kendi olarak
odağa konulmamış da çevirmenin varlık sorunsalı hep disiplinlerarasılığın
taşıdığı yeni çeviribilim argümanlarının içinde kaçınılmaz olarak ortaya
çıkmıştır.
Tüm bu tartışmaların sonuçlarını çeviribilim çalışmalarımızda
kullanmaya çalıştığımızda rahatsız edici bir kopukluk ve eğretilikle karşı
karşıya kalmakta olduğumuzu hissedebiliriz çünkü Descartes ile başlayan ve
felsefe, sosyoloji ve psikoloji temel alanlarında yıllardır evrilen
tartışmalardan kopartıp kullandığımız veriler temelsiz birer çeşni gibi
durmaktadır. Batı düşünce geleneğinin özne ile olan derdini takip edecek
arkaplan eksikliğimiz sorun teşkil etmektedir.