Kaldırımlardan Sakaryaya NEcip Fazıl, Yozgat, Türkiye, 02 Mart 2017, ss.276-282
Çağdaş düşünce ve edebiyat dünyamızın
öne çıkan simalarından biri olan Necip Fazıl Kısakürek’in, aynı zamanda bir
eğitim-öğretim tasarımı da ortaya koymaya çalıştığı İdeolocya Örgüsü’nde geçen “ideolocya” kavramını asıl anlamamız
gerekir? Onu varlığın anlamı ve toplum düzenine ilişkin temel soruyu herkes
adına cevaplayan bir ideoloji, bir kitle felsefesi olarak mı görmemiz, yoksa
bireyi, bizzat kendi cevabını vermesi için teşvik eden bir dünya görüşü, bir hayat
anlayışı olarak mı anlamamız gerekir? İdeolocya
Örgüsü’nden, bulunduğumuz konum ve sahip olduğumuz bakış açısına göre her
iki yorumu da türetebiliriz. Bu ikilemden kalkarak söylemek gerekirse,
“ideolocya”, katı bir “tek-tip” hâle getirme faaliyeti değil, insan doğasının
çoğul yapısı merkezinde İslam maneviyatının bir tür yorumu olarak görülebilir. Eğitim
ve buna bağlı yaşama formu oluştururken dayanılacak temellerden biri manevi
değerler, bir başkası insanlığın ürettiği hikmet, felsefe, hukuk, sanat,
edebiyat ürünleridir. Onun eğitim anlayışı bu iki güçlü mecranın kavuşma ve
harmanlanma noktasında bulunur. Bu yorumdan hareketle söylenebilir ki; Necip
Fazıl, ruhu, benliği, vicdanı hür; irade terbiyesini, içsel arınma ve
olgunlaşmasını gerçekleştirmiş, özgür ve eleştirel düşünebilen, kendi
değerlerini eleştirip yeniden üretebilen bir insan profili arzular. Bu bireyin
kültürel ve milli bağları güçlüdür. Bütün bu özellikler onun otonom bir birey
olarak ortaya çıkmasına katkı sağlar. Belirli bir öğreti içinde düşünme
yetisini ve üretim kapasitesini yok etmek değil, tüm insanlık için bir değer
üretebilmeyi ifade eder. Onun otonom olması kimliksiz, perspektifsiz, duygusuz,
değersiz olduğu anlamına gelmez; aksine kendisinin bizzat bir değer ve bakış
açısı olduğu; bakan ve gören göz, düşünen ve kavrayan akıl, hisseden ve
etkilenen vicdan olduğu anlamına gelir. Bu çerçevede aşağıdaki makale, Necip
Fazıl’ın eğitim anlayışı ideolojik midir, yoksa felsefî-varoluşsal nitelikler
mi taşır, sorusu karşısında daha çok ikinci yaklaşımı benimsemenin bir ürünü
olarak ortaya çıkar.