Hikmetin İzinde Kenan Gürsoy a Armağan, Fulya Bayraktar, Editör, Aktif Düşünce, Ankara, ss.337-346, 2016
Kenan
Gürsoy’un yazı ve konuşmalarına baktığımızda, onun sadece akademisyen kimliği
ile öne çıkmadığını, bir dünya görüşünün, bir hayat anlayışının, bir insan,
kültür ve medeniyet fikrinin temsilcisi ve yorumcusu olduğunu da görebiliriz. Bu
ruhu yansıtmayan bir yazı ve konuşması yok gibidir. Konuların, kavramların,
görüşlerin onda bir karşılığı vardır. Neden söz ederse etsin, belirli bir ruh
ve değerden söz eder. Bu çerçevede ortaya koyduğu çalışmalardan biri de eğitim
üzerine olanıdır. Bu eser, 5-8 Ekim 1994 tarihlerinde Yüzüncü Yıl Üniversitesi
Eğitim Fakültesi tarafından düzenlenen Türkiye
1. Eğitim Felsefesi Kongresi’nde sunduğu ve bildiri metinleri kitabında yer
alan “Şahsiyet Eğitimi” başlıklı yazısıdır.[1] Bu
yazı daha sora Bir Evrensel Projemiz Var
mı? başlıklı kitapta da yer almıştır.[2] Gürsoy’un
şahsiyet eğitimi hakkında yazdığı tek yazı budur; ancak onun diğer bütün
yazıları da, bir bakıma şahsiyet eğitimiyle alakalı ve bu yazıyı tamamlamak
için yazılmış gibidir.
Felsefe
ve eğitimin amacı “şahsiyet”tir, şahsiyeti ortaya çıkarabilmektir. Zira her
ikisi de eninde sonunda insan konusuna dönüş yapmakta, erdemli ve olgun bireyi
model haline getirmektedir. Gürsoy şöyle der: “Eğitimin amacı hiç şüphesiz,
insanı yetiştirmek, onu kendi kendisinin mimarı olmasına, […] bir şahsiyet
olmasına imkân vermektir. Felsefe ise ele aldığı her konunun, tahlilini
gerçekleştirdiği her meselenin sonunda her yerde insana dönmekte, ulaşmış
olduğu her noktayı insan için yeniden yorumlamakta ve bu noktanın insan açısından
değerini gündeme getirmektedir.”[3] Şahsiyet,
insan dünyasında, doğanın ve iradenin bileşiminden meydana gelen en özgün, en
sahih, en güçlü ve en yüksek değerdir. Yeryüzünde başka hiçbir şey, şahsiyet
kadar insanî iradeyi, insanî olgunluğu ve terbiyeyi yansıtmaz. İnsan olmanın
tüm anlam ve değeri şahsiyet kavramında toplanmış gibidir. Şahsiyet, varlığın
en kıymetli kısmı, varoluşun gözü ve bilincidir. Çünkü onda insanlık özü aktif
hale gelir, insan olmanın anlamı ve değeri ortaya çıkar. O değerlidir, zira
insanın kendi özgür iradesiyle oluşturduğu, seçtiği ve kendi varlığına kattığı
bir değerdir. Sadece doğa değildir, sadece yaratılış değildir; insanın kendisi
için inşa ettiği bir özdür de. Gerçekte insan onu sadece kendisi için inşa
etmez, sadece başkası için de inşa eder; zira şahsiyet, en geniş anlamda benliğin
varlıkla ilişkisini yansıtan bir adlandırmadır. Şahsiyet olma durumunda,
bireyden topluma, toplumdan tüm insanlığa ve Tanrı’ya doğru giderek aşkınlaşan
bir yönelmişlik durumu da söz konusudur; şahsiyet, başkasına yönelmiş
bilinçtir.