Bilim ve Aklın Işığında Eğitim, sa.106, ss.22-25, 2009 (Hakemsiz Dergi)
“Zahmetli yolculukla yaşım vardı yetmişe. / Zihnim, bulunduğum tepeden, daldı geçmişe.” Kendi Gök Kubbemiz’de geçen bu mısralarda, Yahya Kemal, kendi öyküsüne göndermede bulunur: Yetmiş yıllık ömür, zahmetli bir yolculuk gibidir. Sanki dağın zirvesine tırmanan bir kişinin hissettiği yorgunluğunu duyar içinde, yine de uzayıp giden vadinin derinliklerine doğru dalıp gitmeden edemez. Peki, bu geriye doğru bakışlarda, geçmişe doğru dalışlarda yolu çocukluğa, kendi çocukluğuna da düşer mi, çocukluğunu da sık sık anımsadığı olur mu? Çocukluk derken ne düşünür, ne hisseder, çocukluktan ne anlar? Pek çok şair, yazar ve sanatçı için verimli, bitip tükenmez bir kaynak olan çocukluk, Yahya Kemal’in şiirlerinde nasıl bir karşılık bulur? Çocukluk genellikle hasretle, sevgi ve hayıflanma duyguları içinde yâd edilen bir dönemdir. Hayat ve dünya bu dönemde yazılır insanın zihnine, iç dünyasına, silinmez yazı ve şekillerle bu dönemde kazınır. Çocukluktan sonra nereye giderse gitsin, ilk izler kolay kolay silinmez. İlk izlenimlerin zihinde bıraktığı izler daha kalıcıdır. Bu izlenimlerle oluşan dünya, kazanılan zihinsel tutumlar ve yaşam biçimleri, bir şekilde yaşamaya devam eder insanın içinde; hatta ölçüt olur daha sonra görüp yaşadıklarına. Onunla anlamlandırır gördüklerini, yaşadıklarını, duyduklarını. İçimizdeki silinmez yazıdır çocukluk, nereye gidersek gidelim ondan kopamayız. Öyle ki, ölüm anında, koskoca bir ömür yaşamış olsa bile, bu ömrün üstünden geçip bir şekilde çocukluğuna, hayatın ilk yazıldığı döneme döner insan; annesiyle, babasıyla, kardeşleriyle konuşmaya başlar. Çocukluk, bu kadar etkilidir ve belirleyici bir yazıdır; alınyazısı gibidir.